06 Mart 2007 - İşiniz mi Size, Siz mi İşinize Sahipsiniz?

İşiniz mi Size, Siz mi İşinize Sahipsiniz?

Carpe Diem (“anı yaşa”). Bu söz artık çok kullanılan bir klişe haline gelmiş olabilir, ama benim için, özellikle son birkaç aydır, hiç bu kadar anlamlı olmamıştı.

Kişisel olarak tanıdığım birkaç kişinin beklenmeyen ölümleri beni kendi yolculuğum hakkında düşünmeye itti. Benim şu hayattan beklentim neydi?

Herkesin yaşayacak tek bir yaşamı var; ben kendiminkinin ilginç deneyimler ve önem verdiğim insanlarla kurduğum anlamlı ilişkilerle zenginleştirilmiş, eğlenceli bir hayat olmasını istiyorum. Başka ülkelere gitmek, başka kültürler tanımak istiyorum. Kendime zaman ayırmak istiyorum. Son olarak, özgür olmak istiyorum.

Son zamanlarda bunu pek başardığım söylenemez.

Kendi işimin sahibi olmak benim için oldukça tatmin edici bir deneyim oldu. Çalışma saatlerim esnek ve mesleki tatminin ancak kendi kendinizin patronu olduğunuzda ortaya çıktığını hissediyorum. Fakat, müteşebbis olmak insanı inanılmaz tüketiyor. İşi geride bırakmakta ve işler hakkında endişelenmemek konusunda çok güçlük çekiyorum. Diğerlerinin çalışmasını değerini ve yetkilerinin önemini takdir etsem de, endişelenmeye gerek olmadığını hissedecek güven seviyesine henüz erişemedim.

Müşterilerimle sağlam ilişkiler kurdum; öyle sağlam ki bürodan ayrıldığımda içim kaygıyla doluyor. Ya ben ortalarda yokken başka bir yere giderlerse? Bu açıdan, işim elimi kolumu bağlıyor ve beni yaşıyor olmak istediğim hayattan giderek uzaklaştırıyor.

Peki mesleki başarımı kurban etmeden nasıl özgür olabilirim?

Bir süredir bu soru hakkında düşünüp duruyordum, çünkü biliyordum ki bazıları bunu başarabiliyor. Tam da bunun üzerine, kaderin güzel bir cilvesidir ki, Michael Gerber’in Girişimcilik Tutkusu (E-myth Revisited) isimli kitabıyla karşılaştım. Sorumun cevabı ellerime sunulmuştu.

“Eğer işiniz size bağımlıysa, bir işe sahip olmayın – bir çalışan olun.” İşte bu, Gerber’in mesajı, ve soruma olan cevabıydı.

Montreal’de büyük bir dil endüstrisi etkinliğine katıldığımda, birçok şirket sahibinin devam eden konuşmaların tam ortasında ofislerine geri çağırıldıklarını gördüm. Bu bana, kendiminki de dahil olmak üzere çoğu işin hala iş sahibinin tarzı, kişiliği ve yeteneğine bağlı olduğunu gösterdi. Anlaşılan o ki, müşterilerin siz ortalarda yokken neden başka bir yere gitmeye niyet ettiklerini düşünmekte çoğu zaman pek de haksız olmadığımız aşikar.

Bu durumun anahtarı şu ki, işiniz size bağımlı olduğunda, müşterileriniz işlerinin yerine getirilmesi konusunda SİZİN yeteneğinize güveniyorlar; iş yerinizin değil. Siz yokken, müşterilerle sizin kadar ilgilenecek kimse kalmıyor. Niçin başka bir yere gitmesinler?

Michael Gebber’a göre, ihtiyacımız olan şey, insan-bağımlı değil, sistem-bağımlı bir şirket oluşturmaktır.

Kuzey Amerika’nın önde gelen birçok şirketi görev başında kimin olduğu önemli olmaksızın müşterilerin nasıl memnun edildiğini gösteriyor bizlere. Hiç işlerin yoğun olduğu bir bahar mevsiminde bir Home Depot’a gittiniz mi? Sahibinin orada sizinle bizzat ilgilenmiyor oluşu size sorun yarattı mı? Bu gibi şirketler düzgün biçimde çalışan gelişmiş birer sisteme sahipler, o kadar ki kimin çalışanın kim olduğu önemli olmaksızın müşterilere daima iyi hizmet veriliyor. Bu sistem pazar içerisinde sayıları oldukça az olan üstün yetenekli, sıradışı insanlara dayanmıyor. Bunun yerine, sayıca oldukça fazla olan, verimliliği yüksek ve iyi iş çıkaran sıradan çalışanlardan oluşuyor. Sizin işiniz olan, yürüyen bir sistem oluşturun. Sonra, sistemi kullanmalarını ve kendi deneyimleriyle gelişmelerini sağlayarak anahtarı yanınızda çalışan insanlara verin ve geri bildirimleri bekleyin.

“Oturmuş bir şirket sizinle değil sizsiz yürüyen bir iş oluşturmak demektir.” diyor Gerber.

Ancak siz olmadan da yürüyebilen bir şirket oluşturduğunuzda, gönül rahatlığıyla özgür kalabilirsiniz.