25 Aralık 2006 - Çin'e Amerika'ya Dünyaya Açılmak

Çağdaş zamanların iyi bir sloganıdır "Dünyaya Açılmak." Çeviri yaparken, şirketlerin yada ülkelerin hedeflerinin anlatıldığı metinlerde ve basmakalıp tanıtım yazılarında ara ara karşılaşırım bu ifadeyle. Kelimeyi karşılamak için İngilizce "open up" fiilini seçerim hep. "up" eki her zaman bir hareketi temsil eder, serbestlik ifade eder, canlanma belirtisidir, zinde bir ruh halini anlatır. "down" ise daha kötü bir ruh haline işarettir. Aynı şekilde, "open" kelimesi ne kadar olumlu anlam yüklenmişse, "close" kelimesi de o kadar olumsuz anlamı kendine çekmiştir. Kısaca "dünyaya açılmak" olumlu bir canlanmadan bahsetmek gibi gelir her zaman bana. Tabi açılmak kelimesinin "uzaklık" ifade eden ve biraz korku veren tarafının (riskinin) de olduğunu unutmamak lazım. Aslında her hareket biraz da risk getiriyor beraberinde.

Türkiye'de her zaman "up" olan yaklaşık 10 milyon insan var... Geri kalan 60 milyon "down" sendromundan muzdarip. Amerika'da "up" kişilerin sayısı 150 milyon kadar. Çin'de de yeni yeni ve hızlı bir şekilde bu sayı artıyor. Giderek daha çok Çinlinin başarı öyküsünü duyacak gibiyiz bu yakınlarda. Bana hep bazı mekanizmalar Türkleri "down" tutmak için çaba harcıyor gibi gelir nedense. Başını kaldıran Türk olsa, bir başka Türk hemen başını tutup kuma sokmaya gayret eder. Bu yüzden yüzyıllar oldu bir cesaret sembolü çıkmadı bu ülkeden... "İşte bu adamın arkasından gidilir" denecek türden insanın askerler dışındaki bir zümreden çıkması neredeyse yasak gibidir. Hepimizin içine "up" olmanın uzaklık ifade eden riskli yanı gösterilerek "öcü" korkusu salınmıştır. Bu durum öyle hal almış ki, yıllarca komşumuz Suriye'ye, İran'a, Irak'a, Rusya'ya, Gürcistan'a, Yunanistan ve Bulgaristan'a gitmek ayıp gibi olmuş... hatta Suriye'ye gidene neredeyse kaçakçı damgası vurulmuş.. Belki bugünlerde Rusyaya gidenlere de güzel Rus kadınları yüzünden daha farklı bir gözle bakılıyor. Tatil için bir yaz Yunanistan'a gitmek nedense geçmemiş Türk'ün aklından çok fazla...

Sanırım en azından internet sitelerimizi dünyaya açık yaparak bu noktada bir açılım yapma şansı yakalayabiliriz. Örneğin biz www.yeminlitercuman.com olarak 2007 yılında sitemiz içinde dünyanın her yerinde bulunan Türkçe tercümanlara yer vereceğiz. Belki yurt içinde başka bürolarla rekabet halinde olacağız, ancak yurt dışında sitemizin dünya çapında Türkçeden veya Türkçeye tercüme / çeviri yapan tercümanların bir portalı haline gelmesi için çalışacağız. Bu yolla Türklerin at sırtında Orta Asya steplerinden çıkmalarına benzer şekilde Türklerin bu kez de lisan sırtında önlerindeki engelleri bir kez daha aşmalarına yardımcı olmayı hedefliyoruz. Artık dünyanın hemen her ülkesinde Türkler ve Türk kurum ve kuruluşları var. Bu avantajı da değerlendirerek sitemizi ve beynimizi bu büyük sahaya açmakla başlayacağız işe.


Sözlük
Tercüme
Çeviri

22 Aralık 2006 - Tercümanların Sayısı

Mesleğin tarihi ile ilgili çok fazla kayıt olmadığı ve bu mesleğe girenlerin kayıtları oda/meslek örgütü benzeri bir kurum tarafından tutulmadığı için geçmişte ve bugün kaç kişinin tercüme/çeviri alanında çalıştığını bilmek zor görünüyor. Ancak bir çok afilli Kolej mezununun hayatlarının bir döneminde çeviri yaptıklarını görüyorum. 80 öncesi Kolej sayısı az olduğu için belki sadece Robert, Saint Joseph benzeri yabancı okulların mezunlarının tercüme sektöründe ağırlıklı çalıştıklarını söylemek yanlış olmaz herhalde. 80 sonrası dönemde artan kolejleşme ile birlikte sektöre giriş kanallarının arttığı söylenebilir. Böylece geçtiğimiz yüzyıllarda daha çok azınlıkların egemen olduğu, sonrasında yabancı kolejlerin ilgi alanına giren bu sektör, şimdilerde ülkenin her yanında kaliteli kolejlerden mezun kişilerin de gözdesi durumunda.

Tıpkı yabancı kolejlerde olduğu gibi, yeni kolejlerden mezun bir çok kişi de bu sektörü "elde var bir" olarak görüyor. Tabi üniversitelerin ilgili bölümlerinin de toplistinde her zaman bulunuyor bu sektör.

Bana göre, berberlerin bir odasının olması, tercümanların bir odasının bulunmaması durumu biraz da mesleğin sonradan (tercüman) olunan/olunabilen yapısı ile alakalı. Mesleğe hepimiz bir Tercümanlık Koleji'nden mezun olarak başlamış olsak veya tüm eğitimlerimiz sonrasında bir Tercüme Kurumunun oryantasyon ve akreditasyonundan sonra ciddi bir ön eleme ile girmiş olsak, zaten bir meslek örgütümüz de kendiğilinden olurdu. Trafik kurallarını arabayı ithal eden devletler belirlemezler. Her zaman üreticiler belirler. Biz bu halimizle araba ithal eden ülkeleri andırıyoruz. Bir mesleğe merak yaşı 8-14, o mesleği öğrenme yaşı 14-20, çıraklık yaşı 20-25, kalfalık yaşı, 25-35, ustalık yaşı da 35 ve üzeri olmak gerekir tahminen. Bizim mesleği öğrenmemiz 20lerin üzerinde oluyor. Bu geç başlamışlık da bizi meslek kurallarını koyma noktasından uzaklaştırıyor. Kuralları siyasetçiler koyuyor, bizler de bu kurallarla oynuyoruz. Onlar da doğal olarak Noterlik Kurumu gibi "bol para dönen" kurumların yanında oluyorlar ve önemli bir mesleği bu kurumun altında vazifelendirmekte bir beis görmüyorlar.

Tercümanlık mesleğinde kaç kişinin dirsek çürüttüğünü epeydir merak ediyordum. Tabi bir de bu mesleği "ek gelir" olarak gören kişilerin sayısı var. Bu kişilerin de mesleğe olumlu/olumsuz katkıları var. Yakın zamanda çıkarmaya başladığımız Yeminli Tercüman Bülteni bize bu konuda bir fikir verdi aslında. Bir Meslek Bülteni olmasına rağmen, bir ay içinde 1000'e yakın abonesi oldu. Yarıya yakını meslek içindeki kişiler, diğer yarısı da meslekle part-time ilgilenenler yada dil bildiği için bu mesleği kendine yakın bulanlar. Buradan hareketle Bültenin bir sene sonunda 10.000 civarında abonesinin olabileceğini görüyorum. Tabi sonrasında eminim dil eğitimi alan öğrenciler, kolej talebeleri vb. kişiler de ilgilenecekler Bültenle. Sanırım günün sonunda bu mesleğin mahallesinde oturanlarla, banliyösünde taşrasında oturanların sayısı 20-30 bini bulacak.

Sözlük
Tercüme
Çeviri

16 Aralık 2006 - Bilinmeyen Kelimeler

Vakti zamanında bir günümü bir kelimeyi bulmak için geçirdiğim oldu. Onlarca kalın sözlük karıştırdım hatta öyle oldu ki kalın sözlüklerde elimi attığımda aradığım kelimenin sayfasını bir çırpıda buldum. Çoğu kez bir kelimeyi bulmam 3-4 saniye kadar zaman almaya başlamıştı. Neredeyse yarı otomatik duruma gelmiştim kelime bulma konusunda. 2000 öncesi hardcopy (basılı) sözlükler kullanıyordum. İnternetteki Türkçe sözlükler o kadar gelişmemişti o tarihlerde. Babylon gibi siteler ve yazılımlar, Moonstar gibi basit sözlükler vardı.

Daha sonra Redhouse'un Mavi CD sözlüğünü kullanmaya başladım. 2000lerin başında. Ctrl+Tab tuşlarına basarak Word'den Sözlük programına geçişimi hızlandırmıştım. Ortalama kelime bulma sürem 2 saniye kadar oluyordu bu şekilde. Sonradan fark ettim, bildiğim kelimelere daha sık bakıyordum. Bunun sebebi ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci.. anlamlarını bulmak ve yaptığım çeviriye zenginlik katmaktı. Ayrıca bu sayede, bildiğim kelimelerin bilmediğim bir çok anlamı olduğunu da öğrendim. Aslında üçüncü beşinci anlamlar çok zaman daha fazla işime yaradı. Örneğin observe kelimesini aratırken çoğu zaman aradığım anlam gözlemek, incelemek, gözlemlemek vs. değil, riayet etmek, uymak, yerine getirmek, dikkat etmek oldu. Ya da, adopt kelimesini ararken bulmak istediğim anlam benimsemek, evlat edinmek vs. değil, kabul etmek oldu çok zaman.

Bazen fiilli deyimlerin (phrasal verbs) farklı kullanımları olduğunu gördüm. Hala daha bilmediğim bir çok bu tür deyim var ancak benim yaklaşımımda bilmek değil bulabilmek ön planda oldu. Öğrenmeyi öğrenmek dedikleri bu olsa gerek. Öğrenmiş bitirmiş olmak mümkün olmadığına göre sürekli öğrenme döngüsü içinde olan bizler için aradığını bulabilmek çok önemli. Bunun için de beyni kullanıp düşünmek gerekiyor. Bazen beynimi kullandığım yazılımın programcısı kadar zorladığımı düşünüyorum. Mesela Google'da kelime ararken öyle yöntemler geliştiriyorum ki bazen ben de nasıl olup da bu kadar açılabildiğimi merak ediyorum.

Google'ı nasıl kullandığıma bazı örnekler vermek istiyorum: Çok önceleri şap kelimesini hardcopy sözlüklerde arayıp bulamamıştım. Karşıma sürekli olarak alum anlamındaki kimyasal anlamı çıkıyordu. Yemeklere katılan şap anlamında. Benim aradığım inşaatlarda zemin düzeltme işleminde kullanılan şap kelimesiydi. Şu anda bu işlem çok kolay... Nasıl mı yapıyorum? Google'ın arama çubuğuna şap mortar -sap yazıyorum. Karşıma çıkan ikinci sonuç aradığım kelimeye yaklaştırıyor beni... overlay, laying mortar, ceiling mortar, ceiling plaster... Biraz daha aratıyorum... Bu kez boşluğa şap proz -sap yazıyorum bu kelime daha önce Proz'da (tercüme ile ilgili en aktif internet sitesi) tercümanlar tarafından yazılmış mı görmek için... Çıkan sonuçlarda şap altı ifadesi için under-screed kullanılıyor. Dikkatimi çekiyor. Hemen screed kelimesini Google'ın Grafikler kısmından aratıyorum. Karşıma şap uygulaması ile ilgili bir çok resim çıkıyor. Buldum aradığımı..

Ama daha ileri gidiyorum.. Bu kez Google'da define: screed yazıyorum. Karşıma A layer of mortar laid over a concrete floor slab ve Final, smooth finish of a solid floor; usually cement, concrete or asphalt gibi anlamlar çıkıyor. Bulduğumdan emin oluyorum... Karşıma levelling mortar gibi anlamlar da çıkıyor. Ama bana kelime karşılığı değil de açıklama gibi geliyor bu tür ifadeler. Bunlar aranan kelime hiç bulunamazsa anlatmak babından kullanılabilir. Yine de yapılması gereken birebir karşılayan kelimeyi bulmak...

Ama bir adım daha ileri gidiyorum... Bu kez screed synonym yazıyorum Google'da.. çıkan beşinci sonuçta

"in the UK a screed is a. synonym for what people in the U.S. call a
topping— a layer of concrete or mortar placed to form a floor..."

ifadesi çıkıyor. Demek ki topping = screed diyorum...

Tabi Google'da overlay mortar, topping concrete gibi ifadeler de görüyorum şap harcı, şap betonu gibi ifadelerin karşılığı olarak.. Başka bir çok kelime de çıkıyor ama ben alacağımı alıyorum. Bu arada konuyla ilgili bir çok kelimeyi de daha arama sayfası (siteyi ziyaret bile etmeden) üzerinde görüyorum. Siteyi ziyaret etmem gerektiğinde genelde Google'ın Önbellek veya HTML olarak görüntüle opsiyonlarını kullanıp PDF, Word gibi belgelerin daha hızlı ve resimsiz açılmalarını sağlıyorum. Çok hızlandırıyor beni. Tabi buna Firefox kullanırken bağlantıların yeni sekmede açılması da eklenince hız çok artıyor. Gördüğüm bir linki açmak için CTRL tuşuna basıp Mouse ile link üzerine tıkladığımda link yeni sekmede açılıyor.

Tıp (veya bilimsel makale) çevirisi yaparken de genelde şu şekilde yararlanıyorum Google'dan… Bulmak istediğim kelimenin yanına abstract ve özet kelimelerini yazıyorum. Örneğin "dental bleaching" abstract özet yazıyorum. Karşıma çıkan ilk makaleyi Önbellek'ten hızlıca açıp makale özetini tarıyorum. Kelimenin anlamı hemen çıkıyor: "dental ağartma".

Bir başka örnek: Diyelim ki apandist kelimesini arıyoruz. Bu kez apandist abstract özet yazdığımızda karşımıza çıkan linklerden birkaçını ön bellekte ve sekmede açarak özet içeriklerinden apandist kelimesi karşılığının appendicitis olduğunu öğreniyoruz. Bazen makale özetlerinin Türkçesi ve İngilizce metinleri ayrı sayfalarda olabiliyor. Türkçe Özeti gösterilmişse, sayfadaki Abstract kelimesine tıklayarak İngilizce özetini de görebilir ve makalede kullanılan kelimeler arasında karşılaştırma yapabilirsiniz. Neticede aradığınız her kelime ile ilgili Türkiye'de en azından Özet kısmı İngilizce ve Türkçe olarak yayınlanmış bir makale bulmanız çok kolay. Kapsama alanı dışında çok az kelime kalabiliyor. Zaten bu kelimelerin hardcopy sözlüklerde bulunması ihtimalin epey dışında.

Demek istediğim, teknik bir kelimeyi ararken bir çok yöntem kullanıyorum. Burada birkaçını anlattım. Zaman içinde daha çok örnek vererek Google'da aranan bir kelime yada herhangi bir şey nasıl bulunur anlatmaya çalışacağım.

15 Aralık 2006 - Turist Rehberleri ve Tercümanlar

Geçenlerde turist rehberlerinin sitesini inceledim. Onlar esnaf odası olmuşlar ancak meslek odası olamamışlar henüz. Yasaların eksik oluşu onların da ellerini kollarını bağlıyor bir çok konuda. Kaçak çalışanlara, kötü çalışanlara, işi bilmeyenlere karşı hiçbir şey yapılamıyor. Kaçak dişçinin zararından daha fazla zararı olabilir kaçak turist rehberinin. Tercümanlık için de durum aynı.

İşe ilk başladığımız yıllarda keşke bir sınava girmiş ve bir belgeyi hak ederek almış olsaydık. Cebimizde taşıdığımız bir Yeminli Tercüman kartımız bulunsaydı keşke. Hiç olmazsa şu an içinde bulunduğumuz yanlış fiyat politikaları, tercüman olmayanların bu işi yapmaları gibi bir çok sorun en aza inmiş olarak karşımızda olurdu. Ve bununla mücadele de yasal gücümüz olacağı için bir nebze kolay olurdu. Örneğin yasal olarak tercüman olmayan birinin internet sitesi üzerinden tercüme almasının bile önüne geçilebilirdi. Herkes adını yazdığı yere sicil numarasını da yazardı ve böylelikle bir çok suistimalin önüne geçilir, herkes yaptığı işe imzasını atardı.

Bir Mahkeme kararının altında Hakimin adını, imzasını ve sicil numarasını görmeniz normaldir. Tercümanlar olarak aynı şekilde bir uygulamaya kavuşmak için elimizden geleni yapmamız gerekiyor. Kafamızdakileri bir yana koyup mesleğin gelişimi için hiç olmazsa senede bir günümüzü ayırabilmeliyiz. Bu gün de 30 Eylül Dünya Çeviri Günü olabilir. Ve biz tercümanlar bu günde İstanbul'da seçkin bir otelin toplantı salonunda bir araya gelip sorunlarımızı tartışabilir ve belki Meclis'ten de birkaç devlet adamını, siyasetçiyi davet edip konuya basının da dikkatini çekebiliriz.

13 Aralık 2006 - Günlerin Akışı

İlk zamanlar bir tercüman olarak günlerin nasıl aktığının farkında bile olmadım. Hala daha günler benim farkındalığımın ötesinde bir hızla akıyor denebilir. Aslında günlük akışın bu hızda olmasını bir ölçüde ben istedim. Hayatımın bir kısmını salt-öğrenme, salt-çalışma, salt-uygulama şeklinde geçirip kalan kısmını danışmanlık, yönetim, organizasyon, ortaklıklar gibi daha relaks faaliyetler için geçirmeyi planladım bir anlamda.

Amerika'nın bile bütün projeleri masa başında tasarlandığı gibi gitmeyebiliyor bazen. Ben de az biraz yavaş kaldığımı görüyorum yol haritamın uygulanmasında. Belki ekonomik krizin de bunda etkisi olabilir ama daha çok benim kaotik yaşama hevesimin ve organizasyon eksikliğimin etkisi var sanırım. Bir tercümanın her gününü derli toplu ve rahat yaşayabileceğini hiç düşünmedim. Zaten öyle olsam tercüman olmak yerine Tercüman gazetesinde falan çalışırdım heralde..

Bir tercüman -en azından hayatının belli bir döneminde- rahat olmak istemeli mi? Kişi eğer öğrenmeyi önem sıralamasının en altlarına koymuşsa rahat olması zaten zordur belli dönemler. Elma bile kırmızı olmadan önce günlerce güneş altında kalıp yanmak durumunda.

Özellikle yeni başlayanların acele etmeleri gerekiyor dilin nüanslarını hızla öğrenmek konusunda. Tabi kendi tercüme / çeviri tarzlarını yakalamak konusunda ne kadar acele edilse boş. Çünkü bunu tamamen zaman şekillendiriyor. İster yazılı ister sözlü çevirmen / tercüman olun, tarzınızı belirlemek büyük oranda zaman içinde edineceğiniz tecrübelere kalıyor. Ama kişinin yapabilecekleri de var bu sürecin akışını hızlandırmak için. Kişisel olarak, örneğin birkaç ay şehirden uzaklaşıp kendi kendime sürekli olarak okuyup, konuşma pratiği yapayım istedim. Bu zamanı ayırabilecek kişiler kendilerine büyük iyilik yapmış olurlar. Kitabınızı kasedinizi sözlüklerinizi gazetelerinizi alıp ücra ve iletişim imkanlarından mahrum bir yerde iki ay kalmak.. Belki yarım üniversite eğitimi kadar etkili olurdu.

Boş bir adanın -gereğinden uzun kalmış olsa bile- Crusoe'ya kazandırdığı tecrübeyi düşününce, bu düşüncenin ütopik olmadığını anlıyorum. Thomas More kadar ütopik bir hayalim hiç olmadı. Hiç dört dörtlük bir gidişat istemedim. Bir şeylerin biraz eksik olması/kalması sanki bizi biz yapıyor. Huyumuzu belirliyor, karakterimize yön veriyor, günlük hareketlerimize etki ediyor. Eksiğimiz olmasaydı, huysuz biri olmasaydık... belki bu kadar gayretli de olmazdık keşfetmek ve öğrenme açlığımızı gidermek için. Eksiksizlik imkansız ama sanırım iyi olan eksiklerini birer birer kapatarak yola devam etmek çünkü üst üste iki gün eksik gidenin sonu iyi olmuyor. Bir gün eksik gidiliyorsa ertesi gün eksik giderilmeli. Başka eksikler çıkabilir.. Süreç devam eder.. Ama eksikleri biriktirip yola devam etmek büyük yanlış olur. Kaosun bu kadarı fazla.

Sözlük okumak bile istedim bazen ama iradesiz oluşum yüzünden birkaç sayfadan sonra bıraktım. Demek ki bana göre bir şey değildi. Yada alıp başımı gideyim bir yerlere altı ay dönmeyeyim istedim. Ne büyük bir değişim olurdu benim için... O cesareti bulamadım kendimde heralde.. Cesaretin gelmesini beklemek Samuel Beckett'in Godot'unun gelmesini beklemek gibi.. İradesiz insana Godot gelmiyor. İstemek, cidden istemek lazım.

İlk zamanlar çok uğraştım belgelerin arkasını, satır aralarını görebilmek için.. Şimdilerde belgelerin benimle konuştuklarını bile hissedebiliyorum. Bazen hiç bilmediğim dillerde de çeviri yapıyorum! İsveççe, Danca, Çekçe, Malayca, Fransızca vb. Belge bana bakarken içini de döküyor sanki.. Bir boş vaktim olsa da üç beş dili birden öğrensem üç beş haftada diyorum. En azından yazılı tercüme yapmaya yeterli seviyede öğrenebilirim üç beş dili kısa bir sürede. O kadar kolay geliyor ki şimdi bakınca..

Çeviri yapmanın bana kazandırdıklarını belki ilk olarak 98 veya 99'da LES sınavına hiç çalışmadan ve hatta kalemim bile olmadan ansızın girip Türkçe paragraf sorularını bir hamlede sadece birkaç yanlışla yaptığımda anladım. Yanlışlar da fazla bilmenin eseri! Paragraf analitiğini müthiş öğrenmiştim bir kaç sene içinde. Cümleler önümde kendilerini göstermek ve anlatmak için sanki arz-ı endam ediyorlardı.. E hal böyle olunca cümleyi anlamak da kolay oluyor, paragrafı çözmek de...

Bir de İngilizce gazeteleri okurken öğrencilik yıllarımda yaşadığım zorlukları yaşamıyor olmak beni şaşırtmıştı çeviri yapmaya başladığım ilk yıllarda... O kadar zaman merak etmiştim bu dili nasıl olup da iyi öğrenirim diye.. Cevaplar aslında siz beklemediğiniz zamanda geliyor. Pat diye daldan düştüğünüzde anlıyorsunuz olduğunuzu. O ana kadar başınıza geçen güneşten (tabi geçiyorsa) zamanın akışının farkına bile varmıyorsunuz...

11 Aralık 2006 - Kafurlu İngiliz Sabunu

Bir kitap yazmıştım 97'de. Bugün kitapla ilgili olarak bir yayınevi ile görüştüm. Kitabı PDF ortamında gönderdim. Görüşlerini bekliyorum. Bir türlü fırsat bulup da yayınlatamadığım bu kitabı yakın zamanda baskıya sokmayı düşünüyorum. Bunun için de uygun bir yayınevi ile bir an önce anlaşmak istiyorum. Kitaba 97 sonunda başladım 98 ortasında bitirdim ama o tarihten bu yana kitap üzerinde epey uğraştım. İnternet sitemde de kitabı yayınladım. Resimlerini hazırladım, editörlüğünü Edebiyatçılar Derneği'nden Remzi Özmen yaptı.

İngiltere ile ilgili basılı kitap sayısı çok az. Kitap sayısını ifade etmek için bir elin sayısını kullanmaya bile gerek yok. O kadar bile yok çünkü. Şu ana kadar milyonlarca kişi gitmiştir oraya buraya ama nedense kimse anılarını, gördüklerini, düşündüklerini yazmaz ve dolayısıyla her giden bir daha gider durur.. Halbuki, bazı şeyler yazıya dökülse aynı tecrübelerin tekrar yaşanması gerekmeyebilir. Sonra giden önce gidenin üstünde bir hedefe ulaşır.

Kitabın adı Kafurlu İngiliz Sabunu olacak. Kitabın tanıtımını da ben üstlenmeyi düşünüyorum. İçinde İngiltere'de günlük yaşamdan, çevreye, turistik bilgilere, güncel bilgilere, ingiliz olmanın anlamına vs. kadar bir çok bilgi var. Benzer tarzda bir kitabı İngiliz Sicimi adıyla Prof. Dr. Uygur Kocabaşoğlu yazmış doksanlarda sanırım.
O kitabı da çok beğenmiştim. Benim kitabımdan daha akademik yazılmış. Ben biraz daha kendi halinde bir kitap yazdım.

Bu konuda kitap yazmak bana mı düşerdi bilmem ama, Üniversite yıllarında çok aramama rağmen bu alanda pek kitap bulamamanın verdiği kötü hissi en azından İngiliz Dili yada ilgili bölümlerde yeni yeni okumaya başlayanların yaşamamaları için kitap sayısının bir an evvel artması lazım. Bilenler, gezenler, görenler, hissederler... herkes eline kalemi alıp bir tuğla koymalı bu temellerin üzerine. Daha çok yazılmalı ki giderek daha iyi eserler ortaya konabilsin...

Sözlük
Tercüme
Çeviri

08 Aralık 2006 - Dilbilim Filoloji Tercüme

Bazen dilbilim ve tercümenin nerelerde kesiştiğini buluştuğunu düşünüyorum. Dilbilimsel unsurların çeviri yaparken bize ne kadar yardımcı olduklarını anlamaya çalışıyorum. Dilin şiirsel yanını, matematiğe bakan yüzünü, şifrelerini çoğu kez fark ediyorum ama şu an için bildiğimi adlandırmaktan uzak görünüyorum. Bu konuda açıklarımı gidermek istiyorum ama bir yandan da ünlü dilbilimci Ferdinand de Saussure gibi kişilerin dilin daha çok soyut taraflarında olmaları, dil felsefesi, semantik, fonetik, semiyotik, morfoloji vb. konularla ilgilenmeleri beni uzak tutuyor. Pratikte herbirinin faydasını görmek ve hissetmekle birlikte bunun teorik tartışmasına girmek bana her zaman içinden çıkılmazmış gibi geliyor.

Bilgisayar Dilbilimi gibi alanlar belki beni daha çok çekebilir kendilerine. İnsan beyninin düşünme sistemini en iyi şekilde taklit edip yapay zeka (AI) alanında belli bir mesafe almak isterdim. Şu an için vakit bulamasam da, ilerde bu alanda ne kadar yazılı eser varsa okumayı düşünüyorum. Bu tür alanları istatistik bilimi gibi düşünüyorum. İşin içinde ne kadar çok kişi olursa doğruluk payı da o kadar artar.

Bazen tiyatrocuları televizyonda izlerim sürekli aynı konuları tartışıp dururlar tiyatro ile ilgili. Halbuki önemli olan tiyatroda ortaya konan eserdir. Bana öyle geliyor ki tiyatrocular ortaya koydukları eserlerden fazla televizyona çıkıp konuşuyorlar. Dilbilimin soyut tarafı da bana tuhaf geliyor. Önemli olan sahnede nasıl bir performans ortaya koyduğunuz. Akademik olmanın ötesine gidememiş bir bilim gibi geliyor bazen.. Sadece üniversite koridorlarında var... Böyle bilim olur mu? Fizik insanoğlunu uzaya çıkarmasaydı, kanunlarından yararlanıp cep telefonları yapılamasaydı ne kadar süre ayakta kalabilirdi? Türkiye'de dilbilimden yararlanılıp ortaya konmuş kaç eser var merak ediyorum.

Dilbilimi tercümenin tamamlayıcısı olarak hayal ediyorum bazen. Tıpkı atletizmin ve jimnastiğin futbolun tamamlayıcıları oldukları gibi. Çevirmen kendini dilbilimin mantıksal ürünleriyle donatırsa yaptığı işte mesafeleri çok daha hızlı kat edebilecektir.

Dilbilim (Linguistik) ve Filolojinin (Philology) farklı yanlarını iyi anlamak gerekiyor. Biri daha çok dilin idealize (matematiksel) şekliyle, diğer ise dilin sosyal, tarihi ve kültürel miraslarıyla, etkileriyle ilgileniyor. Ferdinand de Saussure gibilerin konuşulan dili yazılı dile tercih etmeleri ve bu alanda çalışmalar yapmaları linguistiği tarihi daha eskiye dayalı filolojinin önüne geçirmiş gibi görünüyor. Belki birine dilin şiiri, diğerine de dilin matematiği demek uygun düşer.

1790larda (ve on sekizinci yüzyıl başında) Avrupalıların atalarını izlerini sürerken Hint Dili ve Avrupa Dilleri arasındaki bazı benzerlikleri keşfederek kendi dillerini Hint-Avrupa dil sınıfı altında tasnif etmeleri Dilbilime ilgilerini artırmış görünüyor. Hindu Tanrı Brahma ve Abraham (İbrahim),
ve Brahma'nın eşi Saraisvati ile Abraham'ın eşi Sarai'nin isimleri arasındaki benzerlik ve buna benzer bir çok yakınlık bu alanda çalışmaları hızlandırmış. Malum, müslümanlar gibi Batılılar da İbrahim'i "baba" kabul ediyor. Belki bu çalışmalarda East India Company adlı İngiliz şirketinin o tarihlerde orada bulunmuş olması ve sonrasında bir çok yer adının İbraniceye benzediğinin fark edilmesi de etkili olmuştur. İbrahim'in sonradan (Tufan sonrasında) göç ettiği de biliniyor. Dilbilimin hep bir antropolojik tarafı var. Belki Fransız İhtilalinin (1789), yani ulusal kimliklerin ön plana çıkarıldığı devrimin bir etkisi bu. Ulusal kimliğini arayanların ilk baktıkları kaynaklar da genelde dil ve din oluyor. Bu anlamda dilbilimin bir tarafı hep etnik/siyasi duruyor. Belki pratik hayatta pek anlamı olmayan Dilbilim üzerinde Üniversitelerin bu kadar durmalarının bir nedeni de budur. Tabi Avrupa Birliği'nin farklı etnisiteleri (belki aryan olanlarını) bir araya getirme ve dolayısıyla geniş anlamda bir "diller" projesi olması da Dilbilimin önemini artırıyor. Bu durum gramer, retorik, edebi eserler vs. ile uğraşan Filolojinin biraz daha geride kalmasına neden oluyor. Buradan bakınca hoş durmuyor bu gidişat. Estetik, sanat ve kültürün yerini mekanik, bilim ve etnisite almaya başlıyor. Farklı kültürleri birbirlerine yaklaştıracak tabanlar aranması gerekirken onları aryan olan ve olmayan şeklinde ayıran Semitik(İsrail'e ait), Helenik(Yunan'a ait) ve Kıptik(Mısır'a ait) bir yapı gelişiyor.

Sözlük
Tercüme
Çeviri

07 Aralık 2006 - Verimli Gün

Bugün epey verimli geçti. Bir iş alıp eksiksiz teslim edip müşteriyi memnun ettiğinde kendin de memnun oluyorsun. Bazen tahsilatların gecikmesi sorun oluyor. Noterler kadar şanslı bir meslek grubu değil tercümanlık maalesef.

Gün içi emaillere cevap yetiştirmek epey zamanımı alıyor. Her gün ortalama 50 email atıyorum irili ufaklı. Gelen mesajları da kontrol edeyim dediğimde günün birkaç saati her gün mail okumakla cevaplamakla geçiyor denebilir. Sanırım CV okuma, teklif hazırlama vb. işleri birilerine devretmenin zamanı geldi artık. Belki de internet adresindeki emaili değiştirip bu emaile başka birinin bakmasını sağlarım..

Eski sorunlara yeni çözümler üretmek gerekiyor. Gelen işlerin giriş çıkışı bir sorun örneğin. Bunu da internet ortamında çalışacak bir yazılımla aşmayı düşünüyorum. Böylelikle nerede olursam olayım o gün büroya kaç iş gelmiş, kimden gelmiş görme imkanım olacak.

2007'de en fazla uğraşacağım alan finansman, organizasyon ve tanıtım olacak sanırım. İyi finanse ve organize olup sağlam bir tanıtım yaptığınızda yapılamayacak iş yok. Tercüme büroları henüz elinde çantası olan pazarlamacılar kullanıp kendilerini anlatmıyorlar ama sanırım bu organizasyonu gerçekleştirebilirsek bu tür bir yaklaşım çok yerinde olur.

Bugünün yorgunluğuyla yarına yapacağım işleri düşününce daha da yoruluyorum. Cuma günleri epey koşturmacalı geçiyor.

Bugün aklıma şu soru düştü: Acaba dedim İspanya'nın AB'den aldığı yardımlarla on kat falan büyüdüğü ve müreffeh bir ülke olduğu gibi biz de belli bir yere çıkabilir miyiz AB yardım hibe destekleri ile... Bu aralar şehirlerde epey canlılık yaratıyor hibe programları. İnsanlar proje hazırlamayı, projelerini takip etmeyi, uygulamayı, bir fondan para almayı öğreniyorlar... az iş sayılmaz... Birşeyler öğrettiği kesin... En azından kağıt kalemle arası iyi olmayan bizlere kağıdı kalemi elimize alıp proje hazırlamayı öğretiyor bu AB. Çok kişi kendini danışmanlık yapar konumda buldu bu sayede. Yeni bir iş sahası açılmış oldu. Bazı çeviri büroları da bu işe girmiş durumda. Benim de ufaktan niyetim var bu işin bir tarafından tutmaya.


Sözlük
Tercüme
Çeviri

06 Aralık 2006 - Bir Günlük Tutmaya Karar Verdim

Evet bir günlük tutmaya karar verdim dağılıp gitmesini önlemek için günlerin... Tabi bir de tercümanlık yapmak isteyenlere, ilgi alanı çeviri tercüme olanlara yol göstermek için... Bol bol üç nokta (...) kullanırım kendi yazdığım yazılarda... Anlatmak istediklerim bitmiyor bir türlü... Çünkü noktaya tercih ederim üç noktayı.

Dağınık olacak biraz... Dilin kurallarına aldırış etmeden içimin sarmallarını yazmayı düşünüyorum. Tabi çoğu kez de yaptığım işleri anlatmayı düşünüyorum günlük olarak...

Bugünden başlamış olayım... Bu aralar AB ile ilgili hibe başvurularının proje dosyaları çok gelir oldu. Her gün birkaç kişi ve kurum bu amaçla geliyor.. Bugün de Kars'tan birkaç farklı kuruluş geldi. Dosyalarını hazırlayıp imzalayıp teslim ettik.

Akşama doğru Japonya'dan bir dikiş makinesi fabrikasının işi geldi PDF ortamında. Resimli falan bir iş.. Word'e aktarıp çevirip, kontrol edip tekrar PDF ortamına aktarmam gerekiyor..

Ara ara iş başvuruları oluyor. Aradığım "bir kişi" aslında. İşi teslim ettiğimde bana son haliyle verebilecek bir kişi... Kontrolü yapılacaksa o yaptıracak çeviri sonrasında, ama bana işi tertemiz verecek bir kişi. Henüz bulabilmiş değilim. Her gelen işin bir yeri eksik oluyor. Gerçi bir kişi var ama o da başka bir yerde çalışıyor şimdilik. Tercümanlardan nadiren hata düzeltme ve sayfa düzenleme gerektirmeyen iş geliyor...

Üniversiteler günlük hayatta anlamı olmayan teorik bilgileri nedense bol bol veriyorlar. E tabi Mühendis çıkan adam bina görmeden bina, tercüman olmaya çalışan da günlük hayatta sıklıkla çevrilen türlü belgeleri görmeden çeviri çiziktirmeye çalışıyor... En azından kendi kredi kartı sözleşmesini hiç okumamış biri nasıl sözleşme çevirisi yapabilir? At binmemiş adamın ata bakışı gibi yeni mezunların çeviriye bakışları.. Neden at binme eğitimi kadar pratik bir çeviri eğitimi verilmiyor? Üniversitede boş geçen zamana yazık.

Akşama doğru Urfa'nın içme suyu şebekesi ile ilgili bir İngiliz firmanın raporunu çevirmeye başladım. Düşününce garip geliyor. AB'ye karşıyız, Amerika'ya, ona buna sürekli karşıyız ama toplasan 100 tane tam profesyonel çalışan kurumumuz yok.. olacak gibi de görünmüyor.

Bu aralar benim sitenin (www.yeminlitercuman.com) tanıtımı için birkaç web sitesiyle anlaştım. Çeviri alanında şu an için sektöre hakim bir marka görünmüyor. Keşke birkaç kişi çıkıp bu alanda markalaşmayı / tanıtımı gerçekleştirecek güce erişse. Televizyonlarda ve gazetelerde işimizle ilgili biraz tanıtım yapabilsek. Bu işe yeni girecek insanlara ve çeviri yaptıracaklara mesaj vermek için iyi olurdu...

Bugün kafama takılan soru: Tam profesyonelleşmek için içimizdeki insanı öldürmek mi gerekiyor Batılılar gibi?
Sözlük
Tercüme
Çeviri

Blogz.bz - The Official Blog DirectoryiddaaESL and EFL









Free Press Release