Redaktörden Gelen Çeviri Neye Benzer?

Bu sayfalarda sürekli olarak redaksiyonun ve son kontrolün öneminden bahsedip duruyorum. Özellikle Türkçe’den diğer dillere doğru yapılan çevirilerde redaktör kullanımı bir zorunluluktur.
Redaktörler profesyonel çeviri sürecinin bir parçasıdır. Eşinize, dostunuza, arkadaşınıza çeviri yapıyorsanız kimse size redaktör kullanmamanın hesabını sormaz belki ama önümüzdeki yıllarda çevirilerde redaktör kullanıp kullanmadığınızı müşterileriniz sormaya başlayacak. Serbest çevirmenlik yapıyorsanız, çeviri yaptığınız dilde bulacağınız bir redaktörle sürekli çalışabilirsiniz. Bu şekilde hem siz yaptığınız işi geliştirmiş olursunuz hem de müşteriniz yapılan işten tatmin olmuş olur. Tabi Türkçe’ye doğru yapılan çevirilerde de son okumanın üçüncü bir göz tarafından yapılması gerektiğini unutmamak gerek.
Aşağıda redaktörün bazı çeviriler üzerinde yaptığı düzeltmeletere örnekler bulacaksınız. Bu örnekler size redaktör kullanmanız gerektiğini hatırlatmalıdır.

Umpire (Hakem, Yan Hakem, Baş Hakem)

Bir müşteri bana “Kriket Kuralları”nı Fransızcaya çevirmek için seçildiğimi söylediğinde “Yuppiiii” dedim kendi kendime. Bu oyunu seviyorum; bir de ilgilendiğim bir konuyla ilgili bir metin çevirmek işi daha da eğlenceli hale getiriyor.

Sonunun o kadar da eğlenceli olduğu söylenemez. Büyüleyici, zor, sinir bozucu ve de yapmaya değerdi ama kesinlikle eğlenceli falan değildi. Çeviriyi yeni gönderdim ve üç hafta boyu sürekli araştırma, saç-baş yolma ve karar alma süreçlerinden sonra daha basit sporlara geçmeyi sabırsızlıkla bekliyorum: Fransa’nın İngiltere’yi ragbide yenmesi keyfimi yerine getirebilirdi. İleride bu tür çevirilerin zorlukları hakkında bir yazı yazmayı düşünüyorum, fakat şimdilik kriketi unutmak daha iyi bir fikir.
Çeviri yaparken ‘Umpire (Hakem)’ kelimesinin kökenini buldum; bunu daha önce bilmiyordum:
Yaklaşık 1400’lerde, noumper, O.Fr. nonper kelimesinden “tek sayı, çift olmayan” , iki kişi arasında hakemlik yapan üçüncü kişiye dair; non not + per “eşit,”  L.’den par. Başındaki -n- yaklaşık olarak 15.y ortalarında  “a noumpere” kelimesinin ,”an oumpere” diye duyulan kelimeden hatalı ayrımı dolayısıyla kaybolmuştur. Aslen bir hukuk terimi (tahkim süreci sırasında iki hakeme başkanlık eden başhakem) olmakla birlikte, 1714 yılında spor müsabakalarında (güreş) kullanılmaya başlanmıştır. Futbolda yardımcı hakem, yan hakem (linesman, assistant referee) anlamında kullanılmış bir sure.. Fiil hali (hakemlik etmek) ise, 1600’lerde isimden türetilmiştir.

Çeviren: Büşra Şahin, Hacettepe Ü. Müt. Ter.
Kaynak: http://www.nakedtranslations.com/en/blog

Patlıcana Neden Eggplant Diyorlar?

Karşılaştığımız her kelimenin bir hikayesi olduğunu biliyoruz. Bazen etimoloji kaynaklarına bakıp sözcüklerin geçmişlerini öğrenmeye çalışıyorum. Bu işten çoğu zaman epey zevk bile alıyorum:)

Epeydir aklımda olan ama soyağacına ancak bugün bakabildiğim bir sözcük var: İngilizce’de yumurta bitkisi anlamına gelen eggplant. Kısacık bir araştırmadan sonra patlıcana neden yumurta bitkisi dediklerini öğrenince biraz gülümsedim. Hiçbir şey sebepsiz olmuyor demek ki, dedim kendi kendime.. Meğer Avrupalılar onsekizinci yüzyılın ortasında patlıcanın beyaz çeşidine kaz yumurtasına benzediği için eggplant demişler. Bizler yumurtaya benzeyen patlıcan görmediğimiz için bize garip geliyor tabi ancak örneğin thai eggplant denen çeşit tamamen yumurta şeklinde..

Aslında patlıcan (bildiğimiz mor patlıcan) kelimesinin İngiliz dilindeki diğer karşılığı olan aubergine sözcüğünün geçmişi de oldukça ilginç.. Kelimenin sözlük serüvenine bakar mısınız: İspanyolca alberge, Katalanca alberginera, Portekizce beringela, Fransızca aubergine, İtalyanca melanzana, İngilizce melongene (ya da eggplant, aubergine, brinjal, guinea squash), Latince solanum melongena, Arapça al-badinjan, Türkçe patlıcan, Farsça badin-gan, Sanskritçe vatin-ganah vs.. Bu arada Türkiye’nin dünyanın en büyük dördüncü patlıcan üreticisi olduğunu da hatırlatalım.. Kelimeleri uçan halı gibi kullanıp üzerlerine bindiğinizde sizi götürdükleri yerler bazen epey şaşırtıcı olabiliyor..
Kaynak:
http://www.www.yeminlisozluk.com/patlıcan

PDF Gelen Dosyalar Canınızı Sıkmasın

Çevirileri yapılmak üzere PDF halde gelen dosyaların Word’e dönüştürülmeleri çoğu zaman çok vakit alıyor. Değişik programlar olmakla beraber tümünün farklı eksikleri var. Ben genel olarak PDF belgeleri internet üzerinden Word’e dönüştürüyorum. PDF’e dönüşecek belge varsa, onu da internet üzerinden online yapmayı tercih ediyorum. İyi tarafı, hem üretsiz hem online olduğu için her yerden bu sitelere ulaşabilmeniz ve işlemlerinizi çok çok kolay yapabilmeniz.

İşte size sürekli kullanmanızı önerebileceğim 3 önemli site:
Üyelik gerektirmeyen PDF<>Word dönüşümlerini anında yapabileceğiniz bir site!

Üyelik gerektiren ama üyeliği 5 saniye süren resim formatında kaydedilmiş (üzerindeki metinlerin kopyalanamadığı) PDF dosyaları Word’e dönüştüren site! Her üyelik için aylık  20 sayfa sınırı olduğu için. Birkaç üyelik almanız önerilir.

Üyelik gerektirmeyen ve kısa süre içinde uzun PDF dosyaları bölebileceğiniz bir site. Örneğin elinizde 100 sayfalık bir PDF dosya var ve size sade 45 ila 60. sayfalar arası lazım.  Bu siteye girip ilgil iboşluklara 45 ve 60 yazarak bir iki dakika içinde sadece o sayfalardan oluşan bir PDF dosya almanız mümkün!

Çok-Dilli Web Siteleri Rekabette Üstünlük Sağlıyor

Daha birkaç yıl önce şirketler web sitesi geliştirmenin önemini tartışıyorlardı. Geri dönüşü ne olurdu böyle bir yatırımın? Bugün artık birçok işletme bir şirketin online varlığının artık o şirketin dünyaya açılan yüzü olduğuna inanıyor. Yüzünü geleceğe dönen işletmeler web sitelerini global müşterilerinin kendi dillerine dönüştürme telaşında.
San Diego’daki Byte Level Research LLC şirketinin kurucu ortağı ve Beyond Borders: Web Globalization Strategies kitabının yazarı John Yunker, “Artık, şirketlere hizmet veren firmalar arasında bile her şey için İngilizce‘nin yeterli olacağı görüşü değişti. şirketler tercüme hizmetlerini rekabet üstünlüğünde bir araç olarak kullanmaya başladılar,” diyor.
“Ben buna gizli devrim diyorum,” diye ekliyor, ve geçtiğimiz üç yıl içerisinde Starbucks Corp. kafe zincirinin global web sitelerinin sayısını iki katına çıkardığını belirtiyor. Araba üreticisi BMW de aynı yolu izledi.
Devrim ucuz bir yatırım değil!
Byte Level Araştırma şirketine göre, internet kullanıcılarının yüzde 80ine ulaşmak için bir Web sitesinin en az 10 dili desteklemesi gerekiyor. Bu diller:
İngilizce, Çince, İspanyolca, Japonca, Almanca, Korece, Fransızca, İtalyanca, Rusça, ve Portekizce. Kaynak: SearchCIO.com – USA

Beşiktaş Çeviri

Tercüme Bürosu Açmak: Aşk mı Seks mi?

Kimler tercüme bürosu açmalı?
Çok tartışılan konulardan biridir bu.. Tercüme bürosu açma yetkisi kimde olmalı? Herkes tercüme bürosu açabilmeli mi, yoksa bu imtiyaz birilerinde mi olmalı?
Mütercim tercümanlık ve dil bölümleri mezunlarının bir çoğu mezun olduktan sonra -eğer çeviri sektöründe kalacaklarsa- bir tercüme bürosu açma fikrini akıllarından geçirirler. Haksız da değillerdir belki.. Ancak  tercüme bürosu sahiplerinin ekser çoğunluğunun çevirmen olmayan kişiler olduğu ve bu kişiler arasında çok başarılılar olduğu gibi çok başarısızların da bulunduğu gerçeği üzerinde biraz düşünmeleri gerekir..
Şunu demek istiyorum: herhangi bir işletme açmak için ilk şart iyi işletmecilik bilmektir. Çok iyi boya yapıyor olabilirsiniz ama sizden bir müteahhit olmayabilir. Çok iyi diş çekiyor ve diş tedavisi yapıyor olabilirsiniz ama işletme bilgisi sizden iyi olan meslek-dışı bir kişi bir diş hastanesi açabilir ve pekala başarılı idare edebilir.
Keşke tercüme bürolarını iyi işletme bilgisi olan ve bu sektöre sermaye koyabilecek kişiler açsa.. Açsa da, hem işletme bilgisi sayesinde sektöre bir kalite-kontrol sistemi gelse hem de parasal güçleri sayesinde tercümanlar mağdur olmasa..
Çevirmenler de -tıpkı diğer meslek erbabı gibi- mesleklerini zirvede görme ve kimsenin bu zirveye yanaşmasına tahammül etmeme eğilimindedirler. Aman çevirmenler dışında kimse çeviri yapmasın.. Aman mütercim tercümanlık mezunları dışında kimse tercüme bürosu açmasın..
Bu durumu sap ve kazma arasındaki bağlantı gibi görüyorum.. Yani  tercümanlar kazma, büro işletmecileri de sap‘tır! Sapla kazmayı birbirine karıştırmamak gerek.. Tek başına kazma ile bir iş görülmez; tıpkı tek başına sapın da bir anlam ifade etmeyeceği gibi.. Başına bir sap geçirmedikçe hiçbir kazma bir işe yaramaz! Bu durumu menajer-futbolcu ilişkisine de benzetebilirsiniz.. Tek başlarına ikisi de çok anlamlı olmaz çoğu zaman..
Evet merkezde tercüman vardır ve uzaktan bakıldığında sadece tercümanın  işgören kişi olduğu sanılır ancak aslında işletmeci görünmez eldir. Aşk ve seks arasındaki ilişkiye bile benzetilebilir bu garip durum. Yani çevirmen çeviriye platonik aşıktır ve sevgilisini en fazla okşamasına izin vardır; ancak çeviriyle seks yapan işletmecidir!  Belki de çeviri yapanlar işletmecileri bu yüzden kıskanır biraz.. İşte tercüme bürosu açmak isteyen meslek erbabının vermek zorunda oldukları en zor karar budur. Aslında hepimiz doğru yolu çok iyi biliyoruz: hem sap hem kazma, hem menajer hem futbolcu, hem çevirmen hem işletmen, hem aşk hem seks..
Günümüz  şartlarını da göz önüne alarak daha da öteye taşıyalım konuyu.. Hepimizin malumudur, futbol için sadece futbolcu ve menajer yeterli değildir; yöneticiler, taraftarlar, teknik direktörler, futbolcular, menajerler ve diğer birimlerden oluşan bir yapıdır futbol.. Aynı şekilde, sektörümüzün de işletmeciler, çevirmenler, redaktörler, lokalizörler, son-sunum tasarımcıları, proje yöneticileri ve diğer birimlerden oluşan bir yapı haline gelmesi için çalışmamız gerekiyor. Mütercim tercümanlık yapıp çeviri bürosu açmak isteyenlerin önünde bundan böyle iki seçenek olacak: ya tek başlarına serbest çevirmenlik yapacaklar ya da 11 kişilik bir futbol takımı gibi bir ekip halinde -ekibin her üyesine sonsuz saygı duyarak- organize hareket edecekler..

Canan ve Nurişah: Azim, Mücadele ve Umudu Anlatıyorlar

Trafik kazası nedeniyle felç olan Canan ve annesi Nurişah azmin ve mücadelenin en güzel örneğini verdi. Dirsekleriyle bilgisayar kullanan Canan aranan bir çevirmen, Nurişah'ın ilk romanı listelerde ilk sıralarda. Onlar yaşamlarıyla üzüntü ve çaresizliklerin bile nasıl olumlu sonuçlar verebileceğini ispatladılar.

Latife ŞENCAN    latife_sencan@yahoo.com
Adı, Nurişah Kim... İzmir Kız Lisesi'nden arkadaşım. Birlikte okuduğumuz yıllardan sonra, yollarımızın ayrıldığını sandığım arkadaşım...
Çeşitli yaşanmışlıklardan sonra, yıllardan sonra, 1986'da İzmir'e döndüğümde karşılaştığım bir sınıf arkadaşım sık sık bir araya geldiklerini, istersem benim de katılabileceğimi söylediğinde, Nurişah ile yeniden bir araya geldik.
Evlenmişti... Her zaman renkli, farklı bir kişiliği olan arkadaşımız, yine farklı bir şey yapmış, İzmir'de yaşayan bir Koreli ile evlenmişti... Eşinin sünneti, düğünleri hep basının ilgisini çekmiş, eşinden öğrendiği bir de mesleği olmuştu. Türkiye'nin ilk kadın civciv seksologu...
Artık kardeşlerine de öğrettiği görevi, yeni doğmuş civcivleri tavuk mu horoz mu olacaklarına bakıp cinsiyetlerine göre ayırmak olduğundan, arkadaşım Türkiye'yi dolaşıyor, o arada büyümekte olan iki kızıyla mutlu mesut yaşıyordu.
Taaa ki 1993 Eylül'üne kadar... O yıl büyük kızı Canan Kim'in Çeşme'de geçirdiği bir trafik kazasıyla hayatları altüst olmuştu. Sevgili Canan'ın boynu kırılmış, omuriliği zedelenmiş, vücudunun göğüs hizasından aşağısını hissedemez olmuştu.
Hastanede yattıkları 6. 5 ay sonunda, önceki evlerinin koşulları uymadığı için başka bir eve taşınmışlardı. Kızı hastane odasında "Anne ,çok mu kötüyüm? Sen iyi görünmüyorsun" dediğinde, tüm ailesi ve arkadaşlarıyla durumu kabullenip hayatın getirdiklerini yaşayacaklarını kararlaştırmış, isyan etmek yerine koşulları iyileştirmenin yollarını aramaya başlamışlardı.
Dünyalar güzeli, neşeli, hareketli ve akıllı Canan, halkoyunları ekibinde oynuyor, yabancı diller yüksekokulunda okuyordu. Geçirdiği trafik kazasından sonra ilk yıl öğrenciliğini dondurmuş, ertesi yıl okuluna asansör yaptırılarak tekerlekli sandalye ile derslerini daha rahat izleyebilmesi sağlanmıştı.
Hayat Canan'a göre planlanıyor, tüm düzenlemeler ona göre yapılıyordu. Canan, bu koşullarda 1997'de üniversiteden mezun oldu.
Her gün eve gelen fizyoterapist, tıptaki her türlü gelişmeyi umutla uygulatmak, kök hücre nakli için Kore'ye gidiş gelişler, göğüs altından bir santim daha altını hissettiğinde yaşanan mutluluklar....
Durumu kabullenip "Bundan sonra ne yapabilirim?" arayışına girdiğinde elleri ve parmaklarını hareket ettiremese de dirsekleri ile bilgisayar kullanabildiğini keşfetmesi, Canan'ın dünyasını değiştirdi.
Mesleği olan turizmciliği yapamayacaksa da yabancı dil bilgisini kullanabilir, çevirmenlik yapabilirdi. Aradığı yayınevlerinden biri onu kabul etti, çevirileri çok beğenilir olmuştu. Daha sonra Altın Kitaplar Yayınevi ile anlaşmış, 2007'den bu yana başta Stephan King olmak üzere birçok kitabın çevirisini üstlenmişti.
Televizyon haberlerinde Ali Kırca'nın konuğu olduğunda, azmin, mücadelenin en güzel örneği olarak, başka engellilere umut ışığı olmuştu. Engelli olmanın hayattan kopmak anlamına gelmediğini, hayata dahil olarak, meslek sahibi bir kadın olarak dünyaya meydan okunabileceğini göstermişti.
Aradan geçen 17 yıl boyunca kızını hiç yalnız bırakmayan, onun hayatını kolaylaştırmak için elinden gelenin fazlasını yapan ama bu arada kendine vakit ayırmayı da becerebilen, güzelliğinden, bakımından taviz vermeyen, sivil toplum kuruluşlarında çalışmayı sürdüren Nurişah Kim, bir yandan da evde geçirdiği vakitleri farklı konularda yazarak değerlendirdi.
Yazdıkları beğenildikçe teşvik gördü, yüreklendirildi, daha sonra anne ve babasının ısrarlı baskısından kurtulmak için anne ve babasının yaşam öykülerini yazmaya başladı. Aylar, yıllar süren bir çabanın sonunda, romanını bitirdi. Kitabına, "Rumeli'den Anadolu'ya Bir Göçmen Kızı" adını verdi.
Tam da "Benim kitabımı kim yayınlar ki?" diye düşünürken, Altın Kitaplar Yayınevi'nden olumlu yanıt geldi. Sonra her şey hızla gelişti. Kitabı yayınlandı, liste başı oldu, yetmedi, Dan Brown ile Altın Kitaplar'ın ellinci yıl kokteylinde bir araya geldi.
Nurişah Kim, yaşamıyla olumsuzlukların, üzüntülerin, çaresizliğin , yaşanan sıkıntıların bile nasıl olumlu sonuçlar verebileceğini ispatladı. TÜYAP Kitap Fuarı'nda okurlarına kitabını imzalarken, farklı duygular içinde mutluluktan havalara uçuyordu.
Bu özel kadın, geçtiğimiz hafta Konak Kadın Meclisi'nin konuğu oldu. Söyleşi öncesinde kitaplarını imzaladı. Türkan Saylan Kültür Merkezi Benal Nevzat Salonu'nu dolduran izleyicilere arkadaşımı sunarken, gözyaşlarıma engel olamadım. Arkadaşımın yaşam öyküsünü ve felsefesini anlattığı konuşması sırasında da salonda duygusal anlar yaşandı.
Her anne çok özel... Her anne çocuğu için her türlü fedakarlığı yapmaya hazır... Her anne dünyanın en güzeli, en akıllısı, en eşi benzeri olmayanı... Ama her anne Nurişah Kim değil...
Seni seviyorum arkadaşım...
* Latife Şencan, Sosyolog
Kaynak

How Does the Economic Crisis Affect the Translation Business?

Currently, the world is experiencing an economic and financial crisis of proportions not seen since the Great Depression in the 1930s. While all sectors of the economy are affected, some suffer more serious blows than others, depending on their capital needs and their susceptibility to business and consumer behaviour. The translation sector is suffering a decline in volume and worse may be to come, but its fundamentals are sound.

The good news for translators is that their sector is, by its very nature, in a strong position to weather the economic storms and to emerge relatively unscathed. There are two main reasons for this.

Firstly, translation is a labour-intensive rather than capital-intensive business. To keep the basic translation processes going, translators need very little in the way of operational investment or overhead compared with a host of other industries. This means their dependence on banks and other financial service providers is extremely small – which is a reassuring thought given the current hesitance or indeed inability of many banks to accommodate those that depend on them.

Secondly, translations are not generally regarded as luxury products. In times of economic hardship, businesses and private consumers alike can be expected to economise on items or services they can do without, and to postpone purchases or acquisitions that are not crucial to their short-term survival or well-being. In most cases however, translations are business necessities that are crucial for effective communication in an international context. A manufacturer that wants to sell its products in China will need to ensure that the Chinese know what it wants to sell and understand their business proposition (and vice versa). And despite the global crisis, globalisation is an ongoing process. Corporations with employees all over the world rely on English as their central language of communication, but they operate in a variety of language areas and will have to translate all their critical correspondence, documentation and publicity accordingly if they really want to engage their employees and customers and keep their business running smoothly. Without translation, business would grind to a halt – and it would not take long for that to happen either.

This is not to say, of course, that the translation industry is immune to the effects of economic crises. Obviously, if companies in other sectors suffer declining business volumes, their need for translations to accompany operational processes will necessarily diminish. At the same time, there will be a negative knock-on effect on orders for non-essential translations. Examples include company brochures, staff schemes and facilities, publicity documents and the like.

Whatever the case may be, however, a company doing business overseas will have to be able to communicate effectively and will, therefore, have a sustained need for basic translation services. The tendency to rely on self-made English will grow, which may suffice at a very basic level of communication but will obviously have to be supplemented by more advanced and professional services for effective communication in formal operational and legal contexts.

In summary, the economic crisis will fuel a shift in emphasis in the translation business, away from non-essential documents and publications towards core business
communications that are operationally vital to enable transactions to take place. Inevitably, this shift will leave its mark on translation agencies’ revenues. How should they respond?

It is often heard in business that people are a company’s most important assets – a cliché voiced in particular by executives when they are in a flattering mood, or in union statements intended to prevent management boards from making unwelcome decisions. But it is completely true – and perhaps even more so in the translation sector than in many other companies. In hard times, the most important thing to bear in mind for a translation agency is that it simply cannot exist without experienced translators. For that reason, any agency whose first reflex in response to declining revenues is to make its translators redundant, is in fact digging its own grave. An ice-cream manufacturer who decides to sell its ice-cream machines in response to a drop in income may be able to buy new equipment once the crisis is over, but experienced professionals are not so easy to find and when they go, they take a part of your company with them.

When figures are falling and the order portfolio is getting thinner, there are all sorts of employment or semi-employment arrangements that can be considered, including freelance contracts, to carry on the relationship with your principal translators even if you can no longer offer them full-time permanent employment in the foreseeable future. Whatever you do, do not sever your ties with your translators, nor suggest that that is what you want to do. Instead, try to find ways of moving your staff on to more flexible types of contract, possibly allowing them, for example, to work for other agencies as well.

About the author
Jeroen Oomen is co-owner of Het Scandinavisch Vertaalbureau, a translation agency in the Netherlands. After having worked for several translation firms in paid employment, he took the plunge in 2004 and incorporated his own company.

About Translatorium Translations
Het Scandinavisch Vertaalbureau, established in the Netherlands in 2004, is a professional translation agency with a primary focus on the Dutch and international business community, and on public and semi-public institutions. Our principal strengths lie in the financial, legal and medical sectors, as well as in commerce, advertising and media. Our client base includes some of the largest corporate enterprises in Europe.

Article Source: ABC Article Directory

One third of Ontario courtroom translators fail proficiency tests

One out of three Ontario courtroom translators failed proficiency tests administered by the Ministry of the Attorney-General last year.
Another third did poorly enough that they have been placed on probationary status by the ministry, Paul Burstein, president of the Criminal Lawyers Association, said Monday.
Mr. Burstein said the figures were revealed recently by a ministry witness who was called to testify by Mr. Justice Casey Hill of Ontario Superior Court, who has expressed repeated concerns in the past about the quality of translation in the courts.
The CLA called for an inquiry into the ministry’s response to the problem. It also urged the province to make a concerted effort to locate possible wrongful convictions caused by inadequate courtroom translating.
“They have had five years to fix the problem and all they have managed to do is devise a test that shows their efforts achieved a significant failing grade,” Mr. Burstein said in an interview. “Enough is enough.”
In some jurisdictions with a high immigrant population, such as the Toronto suburb of Peel, interpreters are called to numerous courtrooms on a daily basis. Mr. Burstein said it is critical not just for witnesses to understand questions they are asked, but for defendants to properly instruct their lawyers.
“Ask any defence lawyer who has ever done a trial involving an interpreter and they’ll tell you that it is very common to have a witness give five or six sentences in a foreign language, and somehow the interpreter manages to distill it into three English words,” Mr. Burstein said. “You are not getting the evidence of the witness. What you are getting is a summary that the interpreter has made which may or may not be accurate.”
Mr. Burstein said that 77 of the 225 translators tested by the ministry last June failed outright. “It seems to me the simplest place to start is take the 77 interpreters who failed the test, trace back and find what trials they were on, locate the convictions and … assess whether there may have been a miscarriage of justice,” he said.
The issue came to a head in 2005, when Judge Hill issued a judgment that was critical of translation facilities. Mr. Burstein said the 34 per cent who failed the test have since lost their accreditation; the 31 per cent who did poorly enough that they are conditionally accredited are undergoing further training and being used primarily for less complex cases.
None of 31 new recruits who were among those tested qualified for accreditation, Mr. Burstein said.
Source